18 Haziran 2013 Salı

Türkiye turu - Güney anadolu hattı (Kayseri- Adana- Antakya- Samandağ- İskenderun- Mersin- Silifke- Tarsus)

Erzurum'da gençlik treninden ayrılıp şehri gezdikten sonra akşama doğru doğu ekspresine biniyorum.
Gençlik Treninden ayrıldığımız Erzurum Garı

Kayseri'de inecek, ardından güney ekspresiyle yolculuğuma güney hattından devam edeceğim. Örtülü kuşetlide güzel muhabbet eşliğinde rahat bir yolculuk geçirip Kayseri'de vedalaşıyoruz ve kısa bir süreliğine yola tek başıma devam ediyorum. Güney ekspresi gece kalkacağı için bütün günü burada geçireceğim. Kayseri'de ilk işim oradaki arkadaşlarımla irtibata geçmek oluyor. Daha önce de 1-2 defa uğramış olduğum, hatta garında sabahlamış olduğum Kayseri'ye epey aşinayım. Büyük bir şehir Kayseri, oldukça da iyi yapılaşmış ve şehir içi ulaşım konusunda başarılı gözüküyor. Turizm bilgilendirme bürosunu buluyorum arkadaşlarla görüşene kadar, genelde bir şehire yeni geliyorsam ilk yaptığım hareket bu oluyor bilinçli ve verimli gezebilmek için. Şehir haritası ve bilgilendirme broşürüyle vakit geçirirken kamp arkadaşım Gonca geliyor yanıma ve kahvaltı yapmaya gidiyoruz. Börek çörek kültürü oldukça geniş ve bildiklerimden nispeten farklı olduğu için bir börekçiye giriyoruz. İsmini tanımadığım börekler ve katmer söyleyip muhabbet ediyoruz. Arkadaş doktor adayı olunca şehir turunda ilk sırayı Gevher Nesibe Tıp Tarihi Müzesi alıyor. Selçuklu döneminde 1205 yılında Anadolu'nun  ve Avrupa'nın ilk tıp okulu ve hastanesi olarak yaptırılmış olan yapı şu an müze olarak kullanılmakta. Bu müzeyi gezdikten sonra sıcaktan bunalan bünyeleri biraz ferahlatmak için hemen yanındaki kafede oturuyoruz. Bu sırada İzmir'den arkadaşım olan Baturay bize katılıyor ve şehir turuna devam ediyoruz. Surları ve merkezi gezdikten sonra Gonca'nın bölümden arkadaşı Burak bizi arabasıyla Talas tarafına götürme nezaketinde bulunuyor, burada şehre hakim bir terasa çıkıp günbatımını izliyoruz.
Talas tarafında bir manzara fotoğrafı

Ardından yeraltı şehri için şansımızı deniyoruz fakat kapalı olduğu için ziyaret şansımız olmuyor. Ne diyelim, bir dahaki sefere artık.
Yeraltı şehrine girmek istedik ama kapalıydı

Havanın da kararmasının ardından acıktığımızı farkediyor ve yağlama ya da mantı yiyecek bir yer arıyoruz. Bulamamak üzücü, sonrasında gidip de fast food atıştırmak daha da hüzünlü oluyor :). Yemeğin ardından restore edilmiş ve kafeye çevrilmiş tarihi bir konak bahçesinde çayımızı içiyoruz. Bu sırada tren saatim yaklaşıyor, arkadaşlarıma bu keyifli gün için teşekkür ediyor ve ayrılmak durumunda kalıyorum. Annesinin yaptığı yağlama ve mantıdan yemek için beni davet eden Baturay'ı da reddetmek oldukça zor oluyor ama programı aksatmamak adına fedakarlık yapıyorum :).
Kayseri Gar Binası

Bir süre Kayseri Gar'da bekledikten sonra aktarma otobüsü ile Güney Ekspresindeki yerimi alıyorum. Çok geçmeden uyku bastırıyor.
Sabah kalktığımda günün ağardığın farkediyorum. Öğlen 12 gibi de Adana'ya varıyorum, gezi boyunca yaptığım en büyük yanlış belki de, bayıltıcı bir sıcaklık-nem kombinasyonu var, öyle ki nefes alamıyorum. Boğulacak gibi hissettiğimden kendimi ilk klimalı kafeye atıyorum, bir kahve içip kendime gelmeye çalışıyorum.
Tübitak doğa eğitimi için Antakya'da bulunan kız arkadaşım arıyor ve ben direkt olarak otobüsle Antakya'ya geçiyorum. Bir anda bu kadar sıcağa ve neme maruz kalınca ruh halim bile değişiyor, kendime gelemiyorum.
Neyse, akşamüstü Hatay'ı gezme fırsatımız oluyor, oldukça güzel bir şehir Hatay, daha önce de bir kere geldiğimden şehri az çok biliyorum, tadı hala damağımda olan Pöç kasabı ilk uğradığım yer oluyor. Tepsi ve kağıt kebaplarından yiyoruz.
Pöç Kasabında yediğimiz Tepsi ve Kağıt kebabı
Şehir turu atıp Asi nehri manzarasına doyduktan sonra Dilara'nın arkadaşı Ahu'nun yanına, Samandağ'a geçiyoruz. Samandağ, Akdeniz'in en uzun sahillerinden birine sahip olmasıyla ünlü bir ilçe.Göz alabildiğine uzun bir çöl kumsalı var. Gittiğimizde Grup Yorum konserine denk geliyoruz sahilde. Muhabbet eşliğinde onları dinliyoruz. Kalmamız için Ahu bize çadır veriyor, sahile kuruyoruz, Akdeniz sahilindeki her yer gibi burası da çok nemli ve sıcak. Gece oldukça zor geçiyor, sabahı ise ondan çok daha zorlu oluyor. Cayır cayır yanan, sandaletlerimizin bile zor durduğu toprak üzerinden apar topar çadırı toplayıp kalkıyoruz. Ayrılmadan önce Ahu bize evini açıyor, kahvaltı ve duş alıp kendimize geliyoruz. Ahu olmasa orada ne yapardık bilmem, halimiz nice idi, buradan ona selamlar. 
Akşamüstü tekrar Hatay'a gidiyoruz, ferah bir nefes alıyoruz. Künefe yedikten sonra şehri daha ayrıntılı dolaşıyoruz. Hava kararınca da İskenderun'a geçiyoruz.
İskenderun'a oldukça geç bir saatte vardık, sahil şehri olarak İzmir'in herhangi bir semtini andırıyor burası. Bir çay bahçesinde oturuyoruz, saatler ilerlediğinde ise orada sabahlamamızda sakınca olup olmadığını soruyor, oluru alınca da tulumlarımızı açıp deniz kenarında uyuyoruz. Sabah'a karşı uyandığımızda hoş bir serinlik içimizi ferahlatıyor. İskenderun'dan Mersin'e kalkacak treni yakalamak için gara gidiyoruz. Mersin'de Alper'le buluşacağız. Alper İzmir'den bir arkadaşımız, bize katılmak istediğini 1-2 gün öncesinde söylemiş, biz de seve seve kabul etmiştik. Yaklaşık aynı saatlerde Mersin'de olacağız. 
Biz Mersin'e biraz daha önce varıyoruz, karnımızı doyurmak için ünlü tantunicilerden birine giriyoruz. Yediğimiz tantuninin tadı daha önce yediklerimize hiç benzemiyor ve oldukça güzel. Turizm bilgilendirmeden gerekli bilgileri aldıktan sonra müzeleri gezmek için yola çıkıyoruz, zar zor arkeoloji müzesini buluyoruz, kimse nerede olduğunu bilmiyor garip bir şekilde. Arkeoloji müzesini gezerken Alper arıyor ve bize katılıyor. O da bulmakta oldukça zorlanmış;  "Arkeoloji müzesini değil de sizin tipleri sora sora burayı buldum" dedi, gülüştük. Atatürk evini de gezdikten sonra gece konaklamamızı sağlamayı planladığımız bir kamp alanına doğru yol almaya başladık. Planımız kız kalesi civarında bir kamp alanı bulup geceyi geçirmekti.
Mersin- silifke yolu üzerinde otostop çekmeye başladık, o sırada ilginç bir kişiyle karşılaştık, Hollandalı bir abi, el arabası şeklinde çantası ve köpeğiyle birlikte seyahat ediyordu. Yürüyerek buraya geldiğini, Suriye ve İsrail'e gitme hedefinin olduğunu söyledi, hayranlıkla baktık. Bir süre sonra Muşlu Baran Abi bizi arabasına aldı. Erdemli civarına kadar götürdü bizi, orada kebap ısmarladı, telefonunu verdi ve ayrılması gerektiğini söyledi, teşekkürlerimizi sunduk ve otostopa devam ettik. Yine ilginç bir olayla karşılaştık, bir minibüs durdu ısrarla, atlayın ücret almayacağım dedi ve sahiden de kız kalesine kadar götürdü bizi. Şaşkın şaşkın birbirimize baktık vardığımızda. Bu kadar kolay olacağını beklemiyorduk. Hava kararmıştı bir kamp alanı bulduğumuzda. Hemen mayolarımızı giyip denize girdik. Öyle çekiciydi ki herşey, denizde gökyüzünü yıldızları da seyretmek mümkün, kızkalesini hoş ışıklarını da. Ruhu arınıyor insanın, hiç çıkmak istemedim o gece sudan. Çıktığımda da o tatlı yorgunlukla uykuya daldım. 
Kamp alanımızdan Kız Kalesi manzarası

Sabah 7 gibi kalkıp tekrar denize girdik, sonrasında komşu çadırdaki aile bizi kahvaltıya davet etti, güzel bir sohbetten sonra öğlen 1 gibi Astım Mağarası, Cennet çöküğü ve cehennem çukurunu gezmek için otostopa başladık. 2 araç ile Astım Mağarasına ulaştık. Merdivenleri oldukça ürpertiyor, galerisi ise oldukça geniş ve zemini kaygan. Oldukça nemli bir atmosferi var, ismini de buradan alıyormuş. Fakat mağaranın duvarları isim kirliliği içindeydi. Uyarı tabelalarının üstüne bile yazı yazılmış, çok ilginç.
Astım mağarasından trajik bir fotoğraf

Mağaranın terasında biraz oturup manzara eşliğinde birşeyler atıştırdıktan sonra ünlü cennet-cehennem'e yürüdük. 
Cennet cehennem şakaları falan

İlk önce Cehennem Çukuruna göz attıktan sonra Cennet Çöküğünün basamaklarını inmeye başladık. Bilmeyenler için söyleyeyim, basamakları meşhurdur buranın, 452 basamak bulunur. Çöküğün iç tarafı ise oldukça kaygan ve düşmeye müsaittir. İndikçe hava serinledi, nem arttı, dibine ulaştığımızda ise yüksek bir su sesi duyuluyordu, sanırım Narlıkuyu olabilir sesini duyduğumuz.
Cennetin dibi
Neyse, geri çıkmaya başladık, ki asıl olay geri çıkmak burada. Tepeye ulaştığımızda yüzümüzde muzaffer ifadesi oluştu resmen. Ufak bir soruşturmayla Narlıkuyu mevkiini de bulduk, burada denizin içerisine buz gibi tatlı su kaynıyor ve deniz suyu neredeyse tuzsuz gibi. Benim gibi denizin tuzuyla belalı olan biri için nimet gibi. Ayrıca tatlı su her zaman tuzlu sudan daha çekici olmuştur benim için, o suda bulunmak ve yüzmek de inanılmaz ferahlatıcıydı. Etrafta teras şeklindeki restoranlara aldırmadan girdim ve yüzdüm. Günün yorgunuluğu attıktan sonra artık hava kararmadan dönmemiz gerekiyordu. Otostopta bizi alan mümessil bir arkadaş oldu. O kadar canayakındı ki bizi kampa kadar götürdü, eşyalarımızı toplamamızı bekledi ve Mersin'de gideceğimiz yere kadar bıraktı. En az 3 saat kazanmıştık. Alper'in bir tanıdığında kalacaktık. Bizi çok iyi ağırladılar, Uzun süre sonra bir yatakta uyumak gerçekten güzeldi.
Ertesi günkü planda Alper'in memleketi Tarsus ve Adana vardı. Adana'nın sıcağından korkmuyor değildim hani ama sanki biraz alışmıştım güneyin sıcağına. Tarsus'a trenle gittik ve dolaşmaya başladık, çok hoş bir kütüphaneleri var, gerçekten ilham verici. Ayrıca ilçenin her yerinden tarih fışkırıyor. Kiliseler ve camilerin bolluğu ile Haçlılar ve Türklerin elinde gidip geldiğini anlayabiliyordunuz şehrin. Yolda yürürken bir amcaya rastgeldik, karsambaç satıyormuş:
Karsambaç
Karsambaç, Toros'un karlarının deri tulumlarla saklanarak şehirde şerbet ilavesi ile servis edilen bir tatlıymış. Ben oldukça başarılı buldum, hafif ve ferahlatıcı. Bir nevi yerel dondurma. Sırada Tarsus şelalesi vardı. Burası yapay bir mesire yeri gibiydi ama o sıcakta gerçekten kurtarıcı oldu bizim için :
Tarsus şelalesi

Akşamüstüne doğru tekrar tren garına doğru yollandık. Bu sefer akıllanmıştım. Adana'ya akşam vaktinde gidecektik. Tren kapısında püfür püfür oturarak yaptığımız yolculuk sonucu Adana'ya ulaştık. Bu sefer makuldü havası, korktuğum kadar olmadı. Fakat havanın kararmasıyla garip tipler peydahlanmaya ve bizi gözleriyle taciz etmeye başladı ki bizim sokakta sabahlama veya uyuma fikri ürpertici oluyordu. Doğa Derneğinden arkadaşlara rica ettik, onların aracılığıyla Doğa Araştırmaları Derneği'nin ofisinde kaldık, onlar da sağolsun bizi kırmadılar ve yine rahat bir gece geçirmiş olduk.
Ertesi gün 10 gibi uyandık, 12 gibi Alper ve Dilara kahvaltılık almak için dışarı çıkmayı teklif etti, kesinlikle hayır dedim. Onlar Adana'nın öğlen sıcağını tecrübe edince ne yalan söyleyeyim içten içten bir güldüm beti benzi atmış hallerine :) Öğlen sıcağı hafifleyene kadar rotayı tartıştık. Daha sonra yine Alper'in bir tanıdığı ile tanıştık ve bize meşhur Adana Kebabı ve ciğer şiş ısmarladı. Orada denemeden dönsem gerçekten üzülürmüşüm. Muhteşemdi.
Adana'dan Antep yönüne gitmek üzere  akşama doğru tren garına yollandık. Oradaki görevlilerin biraz yanlış yönlendirmesi ve bilgilendirmesiyle farklı bir trene bindik ve Osmaniye'nin Bahçe ilçesinde inmek zorunda kaldık. Antep'e daha 160 km vardı ve hava kararmıştı. Özellikle geceleri otostop oldukça zor olur ama bizim şansımız biraz yaver gitti, otostop çekmeye başladığımız anda bomboş yolda bir tanker belirdi ve durup bizi aldı. Amcamız Aslanbeli geçidinde bile dolu tankerle sürati seven bir yapıda olduğunu gösterince biraz ürktük ama pek de çaremiz yoktu. Oldukça hızlı bir şekilde ilerlemiştik, Nurdağını inince vedalaştık. Bu sefer otostop çektiğimiz ve bizi alan abi çimento taşıyor, onun dışında da çoğunlukla direksiyon başında uykuya falan dalıyordu. Bu abi bizi Gaziantep'in girişine kadar bıraktı, sonra da fabrika işçilerini toplayan servise bindik yine otostopla. Onlar da sağolsun bizi merkeze kadar bıraktılar.
Gaziantep otoban gişelerindeyiz

Şehre doğru otostopa devam


Antep'e, yine Alper'in bir tanıdığının evine vardığımızda turumuzun güney hattı böylece sona ermiş, güneydoğu hattı başlamış oluyordu artık.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder